Nuri’yi satış temsilcisi yapsak…

Nuri pazarcı. Otuzlu yaşlarda, evli, çocuklu. Ford minibüsü var. Haftanın altı günü Asya’sı, Avrupa’sıyla İstanbul’da pazarcılık yapıyor. Pazar günleri çalışmıyor. İşi aile mesleği, dededen kalma, babadan görme.  Maaile pazarcılar yani.  Amcaoğlunun büyük olanı sebze, meyve;  küçüğü süt, yumurta şimdiki havalı ismiyle organik gıda satıyor. Kadınlar çeyizlik ve yemek işindeler. Çeyizcilerin tezgahında dantelli, fırfırlı ne varsa görmek mümkün. Yemekçiler, evde hazırladıkları patatesli, peynirli ve kıymalı gözlemelerle pazara gelen kadınlara fastfood hizmet veriyorlar.

Nuri ailenin tekstil kısmından sorumlu. İç çamaşırından, eşofmana, ürün yelpazesi geniş bir tezgahı var.  İşinin ehli olmuş. Sıcak hatta sımsıcak satış yapıyor; yüz yüze, gönül gönüle. Tezgahın üstüne çıkarak bağırıyor gelene gidene “ikizlere takke!”  Yaşa başa bakmadan “abla, abi, anne, dede” diye sesleniyor müşterisine. Pazarlığa alışık, “çok pahalı” diyene “tamam abla sana şu kadar olur” diyerek ikiletmiyor pazarlığı. Çok pazarlık edenlere ise lafı hazır “abla, kurtarmıyor be, kurtarsa tezgah senin”.

Nuri kalitenin önemli olduğunu biliyor, malını iyilerden seçiyor.  Müdavimler oluşturmuş kendine,  yani sadık alıcıları var. Hatta kulaktan kulağa reklamını bile yapıyor kadınlar onun. “Ayşecim, salıya git, okul tarafından gir, hemen 100 metre sağdaki tezgah. Gençten bir çocuk, adı Nuri; beni söyle, geçenlerde oğlunu evlendiriyordu, geline iç çamaşırı düzdü de, hatırlar. Uygun versin sana da. Malı çok iyi çıkıyor valla, yıka yıka giy, hiçbir şey olmuyor, lastiği falan sapasağlam kalıyor”.

Bizim Nuri, pazarlama dersi, kursu, eğitimi ve benzeri hiçbir şey görmemiş, bilmemiş, almamış. Ne teknikten haberdar, ne terminolojiden. Pazarlamanın ‘P’ lerinden de habersiz.  Bildiği tek ‘P’ paranın ‘P’si.  Derdi, kaça aldı, kaça sattı, akşama eve ne götürdü.  Eğitimi olmasa da işin temeline hakim yani; halk diliyle “al-sat” ı biliyor.

Nuri’yi büyük bir iç çamaşırı şirketinin Pazarlama Departmanı’nın Satış Bölümü’nde işe aldık diyelim…
Afilli bir de kart bastırdık, Nuri Yılmaz; Satış Temsilcisi. Koyusundan bir takım elbise, içine beyaz gömlek, zemini elbisenin renginde ama deseni biraz daha cafcaflı renklerden bir de kravat. Eline de içi satış sunumları ve evraklarıyla dolu siyah bir çanta versek. Bir de altına otomobil;  leasing bir Ford Fiesta, kapısında şirketin amblemi olanlardan. Sonra da yollasak abilerin bey, ablaların hanım olduğu şirketlere satış yapmaya.

Nuri başarır mı?

Bir süreliğine belki. Nuri’nin içtenliği, tezgah üstünde büyümüş alaylı kariyeri, anında çözüm üreten satış odaklı iş bilirliği müşterileriyle sıcak ve kalıcı ilişkiler kurmasına yardımcı olabilir. Ama bir yere kadar. Rekabetin gerilla yöntemler de uygulanarak 3.Dünya Savaşı haline dönüştüğü, pazarlık yapmanın bile taktiklerinin verildiği günümüz pazarlama dünyasında, Nuri’nin şirketteki ömrü kelebeğinkinden fazla olmaz.  Ama tersi de olmaz. Satış eğitimi almış, bu konuda kariyer yapmış bir satış temsilcisini Nuri’nin tezgahına koysan, onca yıllık eğitim “sudan çıkmış kitap”a benzer. Kısaca herkesin borusu kendi pazarında öter.

İyi bir satış kariyeri için, kendini eğiten, yeni eğilimleri takip eden, müşterilerinin nabzını iyi tutacak birikime sahip olmaya çalışan, sattığı malı çok iyi tanıyan biri olmak gerekir. Arada pazarları dolaşıp, tuz biber niyetine biraz Nuri de ekilirse bu kariyere, “cinim” diyen satın almacı bile sipariş üstüne sipariş geçer.