Bir insanın iç dünyasını gerçekten kim bilebilir; o kişi bir sanatçı değilse?

Kimlik krizi içindesiniz; aklınız karışık, çaresizsiniz. Şüpheciliği, yalnızlığı, üzüntü ve yıkılmışlığı ekleyin hislerinize. Düşüncenize önem verilmediğini, kabul etmek istemediğiniz bir kültürün içerisinde, size göre olmayan, karşı çıkmaya çalıştığınız ancak sizi dinlemedikleri bir yaşam düşünün. Olmak istediğiniz kişi olmanıza izin verilmiyor, programlanmış beyinlerle, kalıplanmış düşüncelerle herkes aynı sıkı kalıplara sokulmaya çalışılıyor. Ve siz bunu fark edip anlatmaya, göstermeye çalıştığınızda çok büyük zorluklarla karşılaşıyorsunuz.

Tetsuya Ishida, gelenek ve kültürlerine son derece bağlı Japon bir ailenin en küçük çocuğu. Parlamento üyesi olan babası başta olmak üzere tüm ailesi sert Japon geleneklerine göre yetiştirilmiş ve bunun baskısını Tetsuya’ya hissettirmedikleri bir gün yok.

Genç sanatçı kendini o denli değersiz ve çaresiz hissediyor ki…

İç dünyasını resimlerinden bir şiir okur gibi anlayabiliyorsunuz. İmgeler, detaylar, acılar ve karamsarlıklarla dolu resimler…

Ishida, resimlerindeki simgeleri ve anlatıları açıklamayı her zaman reddetmiş. Çöp torbası, makineleşmeler, mezarlar, kan, klozetler onun resimlerinde en çok kullandığı figürlerden yalnızca bazıları. Kim bilir hangi gözler neler görebilir onun  tablolarında.

Ve bir yüz… Israrla kendisinin olmadığını söylediği bir yüz görüyorsunuz tablolarında. 31 yaşında kendini bir trenin önüne atıp arkasında paha biçilmez tablolar bırakan bir yüz.